top of page

BÄ°LÄ°NDÄ°K BÄ°R TRAJEDÄ°: MANCHESTER BY THE SEA...

Güncelleme tarihi: 14 Eki 2023


Y'ol Psikoloji ailesinden herkese merhabalar! Bu yazımda sizlere bilindik bir hikayeyi bilmediğimiz şekilde yorumlayan bir filmi anlatacağım. Filmimiz, Manchester By The Sea...

2016 yılında çıkan film, Amerikan Film Enstitüsü tarafından 2016’nın en iyi on filminden biri olarak seçildi ve Casey Affleck’e En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar ve Altın Küre ödülünü kazandırdı. Film ayrıca En İyi Orijinal Senaryo Oscar’ını da elde etmiştir. Bu kısa bilginin ardından daha iyi anlaşılması adına sizlere filmin konusunu kısaca aktarmak istiyorum;

Film, Amerika’da bir sahil kasabasında yaşayan Chandler ailesinin duygu yüklü hikayesine odaklanıyor. Lee (Casey Affleck), apartman görevlisi olarak çalışan yalnız bir adamdır. Ağabeyinin ani ölümü üzerine, 16 yaşındaki yeğeni Patrick’in vasisi olma görevini üstlenir. Lee yeğeniyle beraber zor günlerin yaralarını sarmaya çabalarken, eski karısı Randi (Michelle Williams) ile yollarının ayrılmasına ve mutlu aile tablosunun ellerinden kayıp gitmesine neden olan trajik geçmişiyle de hesaplaşmak zorunda kalacaktır.


Filmin ilk 10 dakikasında Lee'nin kadınlarla olan sorunlu ilişkisine şahit oluyoruz, bu sekanslarda Kenneth Lonergan'in kaleminden kan damlamış. Lee film boyunca kendisini suçluyor, aslında bu iç hesaplaşması onu tamamen kurutarak tamamlamış ama ağabeyi Joe' nun ölümü ve yeğenine babalık yapmak zorunda olması nedeniyle yaşadığı travma tetikleniyor. Lee karakteri film boyunca bir tür bitkisel hayat yaşıyor. Randi ise hastalığı bahane ederek çocuklarıyla ilgilenmeyen bir anne ve evdeki yangının çıkma sebebi onun sinüslerini kurutmamak adına yakılan şömine. Lee ve Randi' nin karşılaştığı sekansta artık tarafımızı iyice seçmiş oluyoruz; Lee'ye acıyor, Randi'yi suçluyoruz. Olaydan degil, ondan etkilenme biçimlerinden geliyor seyircinin yargısı. Lee tamamen kurumuş bir dala dönmüşken Randi kendisine yeni aile kurmayı, yeniden çocuk sahibi olmayı başarmış. Sanki, "kadınlar bir şekilde devam eder, acı çekmek ve hayata takılı kalmak erkeğin lanetidir" diyor Kennet Lonergan.

Filmde en sevdiğim şey ise tekne metaforu... Babasının ölümünden etkilenmiş gibi görünmeyen genç Patrick'in, ebeveynini kaybettikten sonra neredeyse tek amacı, tekneye sahip çıkmak ve onu çalışır durumda tutmak oluyor. Harçlıklarını dahi biriktirerek tekneye yeni bir motor taktırmaya çabalıyor. Bu başlarda şımarık bir istek gibi algılansa da altında yatan his bambaşka. Patrick ergen yaşların verdigi tüm umursamazlığa rağmen babası ile yaşadıklarını unutabilecek bir genç degil. O teknenin motoru, babasının hasta kalbi... Tıpkı onun gibi ne zaman duracağı belli olmadan çalışıyor ve Patrick'in en mutlu olduğu zamanlar, babasıyla birlikte teknede birlikte geçirdikleri zamanlardı... Babası ve amcasıyla denize gittiği ve kocaman bir balık tuttuğu, hayatında en mutlu olduğu o gün. Bir an bazen yaşama bedel...


Yaşamın Kıyısında, gösterişsiz bir başyapıt, bir yönetmenlik, yazarlık ve oyunculuk şaheseri. Casey Affleck'in sıradışı performansının etkileyemeyeceği bir kalp yok. Onun oyunculuğuna dair pek cümle kurmadım çünkü bu bir film yorumcusunun size tarif edebileceği türden bir şey degil, gidip filmi ve Lee'yi izlemelisiniz. Manchester'in erkeklerinin acıklı ama arabesk olmayan hikayesini mutlaka izleyin!

291 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page