Savaş denen olgunun dünya tarihi ile ilgili kitaplarda da gördüğümüz üzere, binlerce yıldır insanoğlunun birer parçası olduğunu hepimiz okumuşuzdur. Bu sonsuz savaş kataloğu içerisinde, endüstri devrimiyle gelişen dünyayla birlikte, teknolojinin savaşa yeni bir boyut kazandırdığı açıktır. On dokuzuncu ve yirminci yüzyılların başlarında azalan savaşlar her ne kadar bize barış çağı izlenimi verse de, gerçekte dünya yeni bir kazanıma sahip olarak seviye atlamıştır: teknolojik güç. Bu müthiş teknolojik güçlere erişebilen milletler, artık savaşların daha kısa lakin ölümcül sonuçlanmasına sebebiyet vermektedir.
Peki sizce, bu patolojik davranışın sebepleri nelerdir?
Bazı akademisyen ve bilim insanlarına göre, savaş insan toplumunun yegane bir parçasıdır. Evrimsel psikologlar bu düşünceyi destekler ve insanın doğasında çoğalma dürtüsü ve hayatta kalmamıza yardımcı olacak kaynaklara sahip olma isteği olduğundan ötürü, hayatta kalmamızı potansiyel olarak tehlikeye sokan diğer gruplarla savaşa girmemiz doğal bir davranıştır. Biyolojik açıdan bakıldığında ise, erkeklerin sahip olduğu büyük miktardaki testosteron, onları savaşmaya biyolojik olarak yatkın hale getirir, çünkü testosteronun saldırganlıkla ilişkili olduğuna inanılır.
William James'in 1910'da kaleme aldığı, savaşın toplum ve birey üzerindeki etkilerini derinlemesine inceleyen "Savaşın Ahlaki Eşdeğeri" başlıklı makalesine göre, savaş topluluklar arasında güçlü bir birleştirici rol oynar ve bu birlik duygusu yalnızca askerlere değil, tüm topluma yayılır. James’e göre, savaş, toplumsal hedeflere olan bağlılığı artırarak bireylerin bu hedefler doğrultusunda onurlu ve fedakâr bir şekilde hareket etmelerini teşvik eder. Bireysel düzeyde ise, savaş insanları daha uyanık, canlı ve hayat dolu hissettirir, onlara yaşamda bir anlam ve amaç kazandırır. Savaş, sıradan yaşamda genellikle harekete geçirilmeyen disiplin, cesaret ve özveri gibi üstün insan niteliklerini ortaya çıkarır. James, savaş sırasında insanların günlük yaşamın sıradanlığından kurtularak, daha yüksek bir varoluş düzleminde yaşam sürdüğünü dile getirir. Bu düşünceler, savaşın olumlu yönlerine odaklanırken, savaşın karmaşıklığını ve etik zorluklarını da göz ardı etmeyen bir bakış açısını yansıtır.
İnsanların savaşa olan eğilimini ve savaşın insan doğasındaki yeri, James tarafından şu sözlerle ifade edilir:
“Gerçek şu ki, insanlar savaş istiyor. Sonuçlardan tamamen bağımsız olarak, sadece savaşın kendisi için istiyorlar. Savaş, hayatın havai fişeklerinin son çiçeğidir. Doğuştan asker olanlar onu sıcak ve gerçek ister. Savaşa katılmayanlar ise onu arka planda, hayal güçlerini beslemek ve heyecanı sürdürmek için her zaman açık bir olasılık olarak ister.”
— William James, Savaşın Ahlaki Eşdeğeri
Steve Taylor, Back to Sanity (Aklıselime Dönüş) adlı kitabında, savaşların arkasındaki nedenleri incelerken, iki önemli faktörü daha vurgular. Bunlardan ilki, savaşların ardındaki bir diğer belirgin motivasyonun servet, statü ve güç kazanma arzusudur. Savaşlar, genellikle hükümetlerin veya bir ülkenin, kabile ya da etnik grubun genel nüfusu tarafından bu güç ve zenginliği artırma isteğiyle tetiklenir. Bu gruplar, diğer grupları fethederek, onların topraklarını ve kaynaklarını ele geçirerek bu hedeflerine ulaşmaya çalışırlar. Tarihte hangi savaşı incelerseniz inceleyin, bu motivasyonların bir türüne rastlayabilirsiniz: yeni toprakların ele geçirilmesi, koloniler kurulması, değerli madenlerin veya petrolün kontrol altına alınması, prestij ve zenginlik kazanmak amacıyla imparatorluklar inşa edilmesi veya geçmişteki bir hakaretin öcünü alarak bir grubun gücünü ve itibarını yeniden tesis etme çabası. Taylor’ın James’in analizlerine eklediği ikinci önemli husus ise savaşların grup kimliğiyle olan güçlü bağıdır. İnsanlar genellikle etnik köken, milliyetçilik veya dini fanatizm gibi alanlarda güçlü bir aidiyet ve kimlik ihtiyacı duyarlar. Savaşlar, bireyleri kendi etnik grubuna, ülkesine veya dinine sıkı sıkıya bağlı kalmaya teşvik eder ve onları kimliklerinden gurur duymaya iter.
Savaş Psikolojisi:
Savaş psikolojisi, çatışma veya savaş ortamında bulunan bireylerin, askerlerin, sivillerin veya bu ortamlardan etkilenen diğer kişilerin yaşadığı zihinsel ve duygusal durumdur. Savaş psikolojisinin bazı yaygın belirtileri şunlardır:
Yüksek Düzeyde Anksiyete: Sürekli bir tehdit altında olma hissi.
Kronik Stres: Sürekli stres durumu, uyum sağlamada zorluk.
Uyku Bozuklukları: Kabuslar, uyuyamama veya sık sık uyanma.
Duygusal Uyuşma: Duygusal tepkilerde azalma, boşluk hissi.
İrritabilite ve Öfke: Kolayca sinirlenme, kontrolsüz öfke patlamaları.
Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB):
Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), bazı insanların travmatik bir olayın ardından yaşadığı bir sağlık sorunudur. Savaş ortamı, yoğun çatışmalar, patlamalar ve kayıplar gibi travmatik deneyimler TSSB'ye yol açabilir. Travma sonrası korku hissetmek normaldir; bu, vücudun kendini koruma mekanizmasıdır. Bu süreçte kan basıncı yükselir, uyanıklık artar, bazı hormonlar salgılanır ve kalp atışı ile solunum hızlanır. Çoğu insan zamanla bu belirtilerden doğal olarak kurtulsa da, TSSB geliştiren kişiler travmatik olaydan sonra stresli ve korku dolu hissetmeye devam edebilir.
Başka bir deyişle, savaş psikolojisi ve TSSB, savaş veya çatışma bölgelerinde bulunmuş ya da bu tür deneyimlere maruz kalmış kişilerde yaygın görülen psikolojik durumlardır. Özellikle askerler, polisler ve çatışma bölgelerinde yaşayan siviller arasında TSSB yaygın olarak görülmektedir.
Flaşbekler: Travmatik olayın yeniden yaşanıyor gibi hissedilmesi.
Kabuslar: Travma ile ilgili sık sık kötü rüyalar.
Kaçınma Davranışları: Travmayı hatırlatan durumlardan veya yerlerden kaçınma.
Aşırı Uyarılma: Sürekli tetikte olma durumu, kolayca irkilme.
Duygusal Numarasızlık: Duygusal bağ kurmada zorluk, duygusal olarak kendini kopuk hissetme.
Kaynakça:
Comments