PANDEMİ DÖNEMİNDE DEPERSONALİZASYON
Tüm dünyada etkisini gösteren Covid-19 ile pandemi döneminde birçoğumuzun daha önce deneyimlemediği karantina süreci başladı. Bu süreç ile beraber yakın ve dinamik ilişkiler azaldı ve sosyal izolasyon başladı. Çoğu kişi için yaşam tarzı alışkanlıklarımızdan vazgeçmemizi gerektiren kısıtlamalar, sosyal mesafe ve sağlık endişesi ile stres ve anksiyete kaçınılmaz bir durum haline geldi. Kısacası çevre ile insan arasına bir duvar örüldü. Sosyal mesafe kuralına ithafen işimizi, eğitimimizi çevrimiçi platformlar ile evden tamamlamaya çalıştık. Haliyle, karantina döneminde dijital medya kullanımı bu işlerimizi tamamlamak için artış gösterdi.
Bu yazıda karantina dönemi ve kişinin duyarsızlaşması arasındaki ilişkiyi araştıran bir makalenin elde ettiği sonuçları aktarılacaktır. Depersonalizasyona sahip bireyler kendilerini duygularından ve fiziksel bedenlerinden kopuk hissederler. Kişi vücudundan ayrılmış hissiyatında olur. Daha önce yapılan bir araştırma sonucunda depersonalizasyona sahip insanlar kendi benlik ve varlık duygusunu sürdürmek için sosyal çevrelerine ihtiyaç duyduklarını, güvendikleri kişiler ile yakın temas ve etkileşim halinde olmalarının önemini belirtmişlerdir. Önceki çalışmalar sonucunda sosyal çevre ile yakın ve dinamik etkileşimin kişinin benlik ve varlık duygusu üzerinde önemli bir etkisi olduğunu göstermektedir. Ciaunica ve diğerleri Covid-19’dan kaynaklı kapanma döneminde dijital medya kullanımı ve depersonalizasyon-duyarsızlaşma belirtileri arasında bir bağlantı olup olmadığını araştırmak için 622 kişi ile bir çalışma yapmıştır.
Öncelikle katılımcılara 29 tane sorudan oluşan Cambridge Depersonalizasyon Ölçeği uygulanmıştır. Depersonalizasyon deneyimlerinin ortaya çıkış şiddetini (hiç, ara sıra, sık sık, çok sık, her zaman) kendilerine uygun olan seçeneği seçerek belirtmeleri istenmiştir. Bu ölçekte 50 üstü yüksek duyarsızlaşma, 20 altı düşük duyarsızlaşma olarak kabul edildi. Daha sonra katılımcılara kapanma öncesi ve sonrasında yaşam tarzı alışkanlıklarını ölçen bir anket uygulanmıştır. Bu anket, ‘’Pandemi ile ilgili kısıtlamalar hayatınızı ne ölçüde etkiledi?, Son 6 ay içinde 1 aydan uzun süredir COVID pandemisine bağlı kısıtlamalar (kilitleme) yaşadınız mı?, Haftada kaç saat çevrimiçi olarak diğer insanlarla toplantı yapıyordunuz (Zoom, Microsoft Teams, Skype vb. sanal platformlar aracılığıyla görüntülü sohbet), Haftada kaç saat bilgisayar oyunları oynuyordunuz, Haftada kaç saat film, dizi, TV programı ve diğer videoları (Youtube videoları vb.)’’ gibi sorulardan oluşmaktadır. Son olarak katılımcılar, ‘’Pozitif duygularınızı nasıl yaşarsınız (örneğin: mutluluk, umut, neşe, aşk), olumsuz duygularınızı nasıl yaşarsınız (örneğin: üzüntü, öfke, korku, iğrenme)’’ sorularını eskisinden daha az canlı-eskisi gibi- daha canlı seçenekleri arasında seçim yaparak cevaplandırmıştır.
Yapılan anket sonucunda dijital medya kullanımının artması (özellikle bilgisayar oyunları oynamak) ve depersonalizasyon duygularının artması arasında bir ilişki bulunmuştur. Aynı şekilde pandemi öncesi döneme göre çevrimiçi sosyal toplantılara katılımın artması ile depersonalizasyon deneyimlerinin artması arasında bir ilişki bulunmuştur. Araştırmacılar ayrıca, yüksek depersonalizasyon olanların negatif duyguları daha canlı olarak yaşadığını, pozitif duyguları ise daha az canlı yaşadıklarını-deneyimlediklerini belirtmişlerdir. Bu sonuçlarla ilgili bir kaç yorum yapılmıştır. Proprioseptif duyu, aktivitelerde uygulayacağımız kuvvet miktarı hakkında bize bilgi verir. Bilgisayar bazlı oyunlar tekrarlayıcı ve kısıtlayıcı davranışlara sebep olduğu için propriyoseptif duyulara zarar verebilir. Video oyunları daha çok işitsel ve görsel duyusal uyarıma dayanır. Yani hareketsiz duruş bu duyuya zarar verir. Yapılan önceki araştırmalara göre kişinin benlik duygusu için sosyal ve fiziksel çevre ile somutlaşmış, dinamik çok duyulu etkileşime ihtiyacı vardır.
Özetlemek gerekirse, pandemide kapanma döneminde sosyal etkileşimler teknoloji aracılığı ile sağlandı. Bu sosyal etkileşimler sırasında ise hareketsiz duruş hakimdir. Görsel-işitsel sinyallerin kullanımının artması, insanların fiziksel bedenin içinde bulunan veya yakınında olan bedensel sinyallere daha az ayırt ve dikkat etmesine sevk edebilir.
Yüz yüze yapılana göre teknolojik olarak sosyal etkileşimde kişiler arasında duygusal etkileşim çok daha azdır. Yakın sosyal etkileşimlerin, özellikle sevilen ve güvenilen kişilerle iletişim halinde kalmanın insan refahı için önemli olduğu varsayılmaktadır. Kısacası çalışma, hiper-dijitalleşmeyle birlikte aşırı hareketsizliğin artmasının, kişinin zihninde benlik ve bedenden kopuk yaşamasına sebep olabileceğini göstermektedir. Çalışma, bu durumun oluşturduğu potansiyel risklere dikkat çekmektedir.
Kaynakça
Ciaunica, A., McEllin, L., Kiverstein, J. et al. Zoomed out: digital media use and depersonalization experiences during the COVID-19 lockdown. Sci Rep 12, 3888 (2022).